Oyundayken, bir ateşböceğini izler, onu takip ederken sanki aydan bir parça yere düşmüş de o da ay gibi uçuyor sanırdı. Yaşı daha düşünmeye ve öğrendiklerini değerlendirmeye yetmeyeceği halde, daha o yaşta, hayalinde kendine göre bir düşünce dünyası kurmuş ve sanki şöyle diyordu: "Bir fikirle sana bin dünya icat ederim".
Çocuk olmasına rağmen aklı ve fikriyatı neredeyse yukarıdaki mısrada anlatılan hayal dünyasını yansıtacak kapasiteye gelmişti. Çünkü bu çocuk, doğuştan şair ruhluydu. Şair ruhlu insan nedir? "Şu koca kâinatın en sevgi dolu anlarındaki üzüntülü gülümsemelerinden yaratılmış olan bir varlık".
Şair ruhlu insanın gülümsemelerinden güldeki şebnem gibi gözyaşları damlar, ağlamalarında gökkuşağını andıran gülümseme işaretleri görünür, tabiata tüm varlıklardan daha fazla bağlıyken, tabiatın da üstüne çıkmayı ister, henüz kendini bile idareden yoksun iken, cihanı zayıf kollarıyla sürükleyerek başka bir doyum noktasına, başka bir olgunluk merkezine götürmeye çalışır. Bunca uğraşıp didinmeler sonucunda gücü, kuvveti bitince de, ya kafeste siyah perdeler içinde mahpus bülbüllerin ötüşü kadar hüzünlü ya da yanınızdan nefes almaya yetecek miktarda bile hava bulamayacak kadar yükselip sonra aşağıya doğru şiddetle süzülen şahinlerin haykırışlarını andıran feryatlara başlar.
Evet, asıl şiir, o feryatlar ve esas şair de o karakterde ve o yaratılıştaki kişilerdir. Yoksa üç beş kelime sallayarak ve birkaç kelimeyi birbirine kafiyeli ekleyerek kendini ortaya ortaya atanlar değil.
Namık Kemal’in Cezmi adlı romanından bir paragraf.
Namık Kemal, gerçek şairini tanımını gerçek bir şaire yakışır biçimde yapmış. Şair ruhlu insanlar şüphesiz her dönemde olacaktır. Ama değerbilmezlik etmek toplumun sebepsizce yaptığı bir yerin dibine sokma biçimidir.
Gerçekten derinlerden gelen haykırışların kağıda dökülüp beğeniye sunulması ve değerinin bilinmesi mükemmel bir şey. Bir kişinin olsun Namık Kemal’i saygı ve sevgiyle hatırlamasına sebep oldu isem ne mutlu bana.