Bütün Aşkların Başlangıcı okuru yüksek sesli bir dramla karşılamaz; tam tersine, neredeyse sıradan bir tanışıklıkla başlar. Judith Hermann, bu romanda aşkı anlatıyormuş gibi yapar ama çok kısa sürede başka bir şeye geçtiğini fark ederiz: gitmeyen bir adamın yarattığı belirsiz tedirginliğe. Ne açık bir tehdit vardır ne de dramatik bir kırılma; yine de her sayfada, sınırların sessizce ihlal edildiği bir alan genişler. Roman ilerledikçe okur da tıpkı karakteri gibi şu soruyla baş başa kalır: İnsan, tehlikeyi fark ettiği hâlde neden adını koymakta bu kadar zorlanır? Bütün Aşkların Başlangıcı ismiyle romantik bir aşk romanı gibi duruyor fakat, psikolojik gerilim tarzında yazılmış bir roman.
Sessiz Gelen Tehlike: Bütün Aşkların Başlangıcı
Judith Hermann’ın Bütün Aşkların Başlangıcı romanı, aşkı anlatıyormuş gibi başlayıp çok kısa sürede okuru başka bir yere götürür. Bu, kalp çarpıntılarının ya da büyük romantik jestlerin hikâyesi değildir. Aksine, yavaş yavaş içimize çöken bir huzursuzluğun, “bir şeyler yanlış” hissinin romanıdır. Hermann burada aşkın değil, sınırların belirsizleştiği o tehlikeli eşikte durur.
Aşk Gibi Görünen Israr
Romanın merkezindeki ilişki, ilk bakışta masumdur. Adam kaba değildir, bağırmaz, tehdit etmez. Ama gitmez. İşte asıl mesele de buradadır. Bütün Aşkların Başlangıcı, tehlikenin her zaman sert ve görünür biçimde gelmediğini gösterir. Bazen ısrar, ilgi kılığında gelir; bazen “sadece konuşmak istiyorum” cümlesiyle kendine yer açar.
Judith Hermann’in başarısı, bu durumu dramatize etmemesinde yatar. Okur olarak biz de karakterle birlikte kararsız kalırız: Abartıyor muyuz? Yanlış mı anlıyoruz? Belki de bu sadece bir yakınlaşmadır… Roman tam da bu gri alanda rahatsız eder.
Kadının İç Alarmı
Kitap boyunca asıl gerilim dış dünyada değil, karakterin içindedir. Stella’nın sezgileri vardır ama bu sezgileri sürekli bastırır. Çünkü toplum, özellikle kadınlara, rahatsızlıklarını “ayıp”, “abartı” ya da “sertlik” olarak etiketlemeyi öğretmiştir. Hermann bu iç çatışmayı büyük cümlelerle değil, boşluklarla anlatır. Söylenmeyenler, söylenenlerden daha ağırdır.
Bu yönüyle roman, sadece bireysel bir hikâye değil; kolektif bir deneyimi de anlatır: Tehlikeyi hissettiğimiz hâlde ona isim koyamama hâlini.
Bugünden Bakınca: Dijital Stalker Gerçeği
Roman yazıldığında merkezde fiziksel bir takip vardır; ama bugün bu hikâye çok daha tanıdık bir yere oturur. Günümüzde “stalker” kavramı, çoğu zaman internet üzerinden yaşanıyor. Sosyal medya hesaplarından izlemek, sürekli mesaj atmak, görünmeden görünür olmak… Fiziksel olarak kapının önünde durmaya gerek kalmadan da birinin hayatına sızmak mümkün.
Bu yüzden Bütün Aşkların Başlangıcı bugüne ait bir roman gibi okunur. Hermann’ın anlattığı şey değişmemiştir: Israrın romantize edilmesi, sınırların belirsizleşmesi ve rahatsızlığın “normal” sayılması. Sadece araçlar değişmiştir.
Sessiz Bir Dil, Yüksek Etki
Judith Hermann’ın dili son derece sade ve mesafelidir. Okura ne düşüneceğini söylemez, korkuyu tarif etmez. Ama tam da bu yüzden metin güçlüdür. Roman, okurun kendi deneyimlerini ve korkularını metnin boşluklarına taşımasına izin verir. Bu, bağırmayan ama uzun süre akılda kalan bir anlatıdır.
Bütün Aşkların Başlangıcı, aşkı yüceltmez; aksine ona dikkatle bakmamızı ister. Her ilginin masum olmadığını, her yakınlığın güvenli bir yer açmadığını hatırlatır. Belki de romanın asıl söylediği şudur:
Bazı hikâyeler aşk diye başlar, ama aslında bize sınırlarımızı neden ciddiye almamız gerektiğini anlatır.
Bu kitabı bitirdikten sonra insanın aklında büyük cümleler kalmıyor; daha çok bir his kalıyor. Tanıdık ama rahatsız edici bir his. Bütün Aşkların Başlangıcı bana, bazı hikâyelerin neden baştan içimizi sıktığını ama buna rağmen ilerlemeye devam ettiğimizi hatırlattı. Belki de en zor olan, tehlikeyi fark etmek değil; onu ciddiye almak.
Bu yazıya eşlik eden yapay zekâ videolarını da tam bu yüzden ekliyorum. Çünkü bu hikâye, sadece kelimelerle değil; bakışlarla, boşluklarla, sessizlikle de anlatılabilen bir hikâye. Görüntüler bazen metnin söylemediğini tamamlıyor, bazen de rahatsızlığı biraz daha görünür kılıyor. Tıpkı romanda olduğu gibi, her şey açıkça gösterilmiyor ama hissediliyor.
Belki de mesele şu: Aşkın başlangıcına değil, içimizde çalan o küçük alarma daha çok kulak vermek. Çünkü bazı kapılar, açıldığında değil; açılmadan önce uyarır.
Kitap kulübümüze buradan katılabilirsiniz: https://x.com/yazilimcikisi/status/2000650064243421358
